Bunlar erken çocukluk döneminde kendini gösteren güçlükler olup sosyal etkileşim, bilişsellik ve iletişim gelişimindeki aksaklılar ve değişimlerle karakterize edilir.Kulağı beyne bağlayan nöral devreler “ayna nöronlar” adı verilen ve sosyal bilişselliğin yani, niyetleri ve fikirleri başkasına atfetmenizi ve hatta baka bir kişinin duygusal durumunu anlamanızı sağlayan süreçlerin toplamı olan sosyal bilişselliğin oluşumunda önemli bir rol oynar.
Bu nöral devreler üzerine hareket eden TOMATİS Metodu hem iletişim kapasitesini hem de bununla ilişkili kabiliyetlerimizin kalitesini geliştirme olanağını sunar.TOMATİS Metodu otizm ve bağlantılı davranış bozuklukları yaşayan insanlara yardım etmekteki etkisini göstermiştir (örn; Asperger sendromu). Bu bozuklukları ortaya koymada insanlara yardımcı olabilmek için sayısız yaklaşım mevcuttur. Bu Metot bu bağlamda tek değildir.
OTİZM
Otizm, yaygın gelişimsel bozukluk (PDD) anlamında gelmektedir. PDD, şiddetli ve erken gelişen bir bozukluk olmakla birlikte, bir takım engeller ve sosyal iletişimin gelişiminde bilişsel ve iletişimsel yeteneklerdeki bozukluklarla karakterize edilmektedir.
Uluslararası hastalıkların sınıflandırılması ve DSM-IV (Teşhis ve İstatistik Rehberi – Revizyon 4)’e göre, semptomları aşağıdaki gibidir:
-3yaşından önce hastalık gelişimi
-Sosyal iletişimde ciddi bozukluklar
-Sınırlı, sürekli ve tipik davranışlar, ilgi alanları ve eylemler
– Hipersensitivite veya hiposensitivite belirtisi olan anormal duyusal tepkiler
Elbette ki Tomatis metodunun, otistik bir çocuğa yardım yöntemlerinden sadece bir tanesini temsil ettiği açıktır ve hiçbir şekilde tek başına yeterli olacağı düşünülmemelidir.
Ancak, bu hastalığın gelişiminde çok önemli bir yardımcı görevi görebilmektedir çünkü otistik çocuğa pek çok seviyede etkin bir şekilde yardımcı olabilmektedir.
Öncelikle, annenin sesi üzerinde önemli bir çalışma gerekmektedir: çocuk rahmin sonik ortamında onu iletişim kurmaya yönlendiren bir dürtüyle dolmaktadır. Annenin sesinin kemik iletimine geçişiyle buradaki fikir çocuğun kendi içinde köklenen iptidai ve çözülmez bağın farkındalığını uyandırmaktır. Annenin sesindeki güçlü düzeni gözlemlemek oldukça ilginçtir: çoğunlukla, çocuk, annesini dinlerken sakinleşmekte ve bize bu sesi hatırlayıp sesi tanıdığı imajını vermektedir.
Daha somut bir şekilde ifade etmek gerekirse, buradaki amaç çocukla bir bağ kurmak ve bunu çocuğun kemik iletimindeki yoğun çalışmalarla çocuğu uyararak başarmaktır. Bu çalışma, vücut şemasının daha açık bir tanımını sağlamaya yardımcı olacaktır çünkü kemik iletişiminin algılanması tüm vücut yapısının bütünlüğünün anlaşılmasını sağlayacaktır.
Bununla birlikte, kemik iletimi üzerinde yapılan çalışmalar ciltsel tepkilerin hassasiyetini artıracak ve böylece vücutsal farkındalığı artıracaktır. Cildin verdiği tepkilerin teşviki sırasıyla tüm titreşimsel fenomen üzerinde, özellikle konuşma içerisindeki sesler üzerinde, daha büyük bir reseptiviteye olanak sağlayacaktır. Üstelik, cilt hassasiyetini -ki böylece dokunma hassasiyetini -artırarak aynı zamanda görsel kontağı uyarmış olmaktayız, çünkü bu iki duyu arasında görsel bir analoji bulunmaktadır. Bu bakış açısı sonrasında daha araştırmacı bir hale gelecek ve çocuk, bakışıyla görsel çevreyi ‘hissetmeye’ başlayacaktır. Sonuç olarak, çocuğun suratı daha anlamlı bir ifade alacak ve böylece çocuk belirli mimiklerle iletişimin sözsüz kısmını kullanacak ve bu konuda ustalaşacaktır.
Kulak, kemik iletimi tarafından doğru bir şekilde düzenlendiğinde, çoğunlukla işitsel hipersensitivite veya işitsel hiposensitivite şeklinde gözlemlenen öfkenin azalımı veya kaybı meydana gelecektir. Sözel seviyede, çocuğun zaten konuşabildiği göz önünde bulundurularak, dilin açıklayıcı özelliklerinde entonasyon konturunun daha doğru kullanımından kaynaklı bir gelişimle birlikte konuşkanlıkta artış meydana gelecektir.
Son olarak, bu çok sensörlü yaklaşım çok daha etkin olacaktır çünkü işitsel uyarılma, enerji kaynaklarında güçlü bir artış yaratacak ve böylece otistik çocuğun muzdarip olduğu yüksek anksiyeteyi yumuşatacaktır.
Bu çok sensörlü eylem çok önemlidir çünkü çocuğun kendi vücudunun uyumlu bir temsilini oluşturmasına ve vücuduyla ortam arasındaki ilişkiyi kavramasına yardımcı olacaktır.
ASPERGER SENDROMU
Asperger sendromu, otizmin her formu gibi, yaygın gelişim bozukluğudur (PDD).
Ancak, otistik çocukların aksine, bu bozuklukta çocuk dilsel anlamda bir anomali göstermemektedir. Bununla birlikte, hayatının ilk üç yılında bilişsel gelişimde göze çarpan bir kesinti söz konusu değildir. Çocuğun zekası normaldir, çoğunlukla hafızası da kuvvetlidir.
Aşırı duyusal tepkiler olmamakla birlikte bu tepkilerde bir aşırılık veya eksiklik da söz konusu değildir. Diğer yandan, otizmde olduğu gibi, kısıtlı alan aktiviteleri ve ilgilerin yanı sıra devamlı ve tipik davranışların eşlik ettiği sosyal iletişim zorlukları söz konusudur.
Önemli dilsel sorunların olmaması göz önünde bulundurulduğunda, bu rahatsızlık çoğunlukla geç teşhis edilmektedir. Genellikle teşhis, çocuk anaokuluna başladığında, sosyal ilişkileri göz önüne geldiğinde koyulmaktadır.
Otizme benzer gözlemler de yapılabilmektedir: Tomatis metodu, diğer yaklaşımların yanında bu durumda sadece bir seansa yardımcı araç olarak işlev görebilmektedir.
ÖNEMLİ NOT … TOMATIS ®Metodu, bir Eğitim Programı şeklinde yapılandırılmıştır ve tıbbi tedavi veya tanı aracı olarak ele alınmamaktadır. Bu internet sitesinde yer alan içerik, yalnızca bilgilendirme amaçlı olup, tıbbi tavsiye şeklinde veya tıbbi tavsiye yerine kullanılmamalıdır.